ilginc-bilgiler
ilginc-bilgiler

İlginç bilgiler. Çok şaşıracaksınız!

6 min


162
563 shares, 162 noktalar

Ayna kırılması niçin uğursuzluk getirir?

Ayna kırılmasının uğursuzluk getireceğine olan inanış, en eski batıl inançlardan
biridir. Kökeni ilk aynanın yapılışından yüzyıllar öncesine, hatta ilk çağ insanına
kadar gider. Göllerde veya su birikintilerinde, kendi aksini gören ilkel insan
şaşırmış, bunun kendisinin ruhu olduğunu sanmış, suyu bulandırıp
görüntüsünün kaybolmasına neden olanları da düşman bilmiştir.
İlk aynaların kullanılışı eski Mısır devirlerine rastlar. Bunlar pirinç, bronz,
gümüş hatta altın gibi metallerden yapılmış ve çok iyi parlatılmış yüzeylerdi ve
de tabii ki kırılmaları mümkün değildi. Bu devirde de bu parlak yüzeylerden
yansıyan görüntünün o insanın ruhunun bir yansıması olduğuna inanılıyordu.
Sonraları buna vampirlerin ruhları olmadığından bu parlak yüzeylerde
görüntülerinin de yansımadığı inancı ilave edildi.
Cam kapların yapılmaya başlanılmasından sonra da, içindeki sudan yansıyan
görüntünün ruhun bir yansıması olduğu inancı devam etti ama camlar
kırılabiliyordu ve o zaman da içinde bulunan ruhun bir parçası vücudu terk
ediyordu.
Birinci yüzyılda Romalılar bu uğursuzluğun süresini 7 yıla çıkardılar Romalılar
hayatın her yedi senede bir kendini yenilediğine İnanıyorlardı. Camın kırılması
sonucu ruh ve dolayısıyla insanın sağlığı tahrip olduğundan, vücudun kendini
yenileyerek, sağlığına kavuşması için yedi yıl geçmesi gerekiyordu.
Bu batıl inanç, 15. yüzyılda İtalya’da, Venedik şehrinde, arkası gümüş kaplı, çok
kolay kırılabilir ve pahalı ilk aynaların yapılması ile birlikte iyice gelişti. İnanç
biraz da ekonomik boyut kazanmıştı.

Aynayı taşıyanlar, evlerde aynaları
temizleyen hizmetkarlar, aynaları kırmaları halinde, yedi yıl boyunca, ölümden
daha beter felaketlerle karşılaşabilecekleri hususunda uyarılıyorlardı.
Bu inançla beraber geliştirilen bazı önlemler de oldu tabii. Örneğin: aynanın
kırılan parçaları toplanır ve güneye doğru akan bir ırmakta yıkanırsa veya
toprağa gömülürse kötü şans yok edilmiş olur. Ancak kırılan parçaları alıp evden
çıkarken içlerine bakmamak gerekir. Yatak odalarındaki aynaların üzerleri
kullanılmadığı zamanlarda örtülmelidir ki ruh içinde kalmasın. Ölen bir insanın
evindeki aynaların da üzerleri örtülmelidir ki ruh gökyüzüne doğru olan
yolculuğunda bir engelle karşılaşmasın.
17. yüzyılın ortalarında İngiltere ve Fransa’da ucuz maliyetli aynalar üretilmeye
başlanıldı ama batıl inanç o kadar yerleşmişti ki, günümüzün modern
dünyasında bile hala devam ediyor.

Nazar değmesi nasıl oluyor?

Bizde “nazar değmesi” adı verilen inanç, diğer lisanlarda “şeytan göz” veya
“şeytan bakışı” olarak adlandırılır. Bebeğine yeni elbiseler giydiren bir anne,
çarşıya gidip alışveriş yapar. Bu arada bir başka kadın gelir ve bebeği sever. Eve
gittiklerinde bebek ishal olur. İşte anneye göre bebeğine o kadının nazarı
değmiştir. Dikkat ederseniz burada bebeği seven kadının art niyeti yoktur. Zaten
nazarı değen kişinin genellikle kötülüğü değil, kıskançlığı ve çekememezliğidir söz
konusu olan.

Noel Baba ve benzeri batıl inançlar çocuklukta kuvvetli olup yaş ilerledikçe
azalırken, nazar değme inancı bunun tam tersidir. Nazar inancının ardındaki
güç, bakışın ruhla bütünleşmesidir. Bakış konuşmaya göre daha etkilidir. İnsana
tam odaklanır ve daha duygusaldır. Birçoğumuz arkamız dönük olduğumuz
halde kalabalık içinden birinin bize baktığını hissetmişizdir.
Nazar değmesi ile ilgili olarak en çok kabul gören görüş, gözdeki yansımadır.
Eğer karşınızdaki birinin gözlerine dikkatle bakarsanız, gözlerinde kendi
görüntünüzün yansıdığını görürsünüz. Eski insanlar sudan, aynadan yansıyan
görüntülerinin kendi ruhları olduğuna inanıyorlardı.

Karşılarındaki insanın
gözleri içinde kendi küçük görüntülerini görünce tehlikede olduklarını,
ruhlarının karşısındakinin gözleri içinde hapsolduğunu sanıyorlardı.
Bu korkunun dünya çapında genel bir inanca dönüşmesinin, şimdi Irak’ın
bulunduğu topraklarda yaşamış eski Sümerlerden kaynaklandığı sanılıyor,
Sümerlerin inançlarına göre bazı insanlar bakarak suları kurutabilir ve bu
nedenle ölüme sebep olabilirlerdi. Sonradan bu inanç bir bakışla yaşayan şeyleri
de kurulabilme yönünde gelişti. Örneğin, nazar değen çocukların ishal olup
vücutlarının sıvı kaybetmesi, annelerin ve süt veren hayvanların sütlerinin
kuruması, meyve ağaçlarının kuruması ve erkeklerin iktidarsız kalmaları vb.
Görüldüğü gibi, bunların hepsinde de sıvı kaybı ve kuruma vardır.
Bu inanç doğuda Hindistan’a, batıda Portekiz ve İngiltere’ye, kuzeyde
İskandinavya’ya kadar yayıldı.

Böylesi bir inanca sahip olmayan Amerika, Asya,
Afrika ve Avustralya’ya ise kaşifler, denizciler ve göçmenler tarafından taşındı.
Ama günümüzde hala Çin, Kore, Güneydoğu Asya, Avustralya ve Amerika
yerlilerinde, Afrika’da sahranın güneyinde böyle bir batıl inanç yoktur.
Doğu Akdeniz ve Ege kıyılarında bu inanca, mavi gözlü insanların daha fazla
nazarlarının değdiği inancı da ilave edilmiştir. Bu yörelerde mavi gözlü
insanların azlığı bunun sebebi sanılıyor.

Bu nedenle buralarda nazarı geri itmek
veya ayna gibi yansıtmak için mavi göz şeklinde, camdan yapılan nazarlıklar
başta bebekler olmak üzere nazarın değebileceği düşünülen her yere
takılmaktadır.

 

Kara kedi geçmesi niçin uğursuzluk getirir?
Dünya tarihinde kedilerden başka, önce tanrılaştırılan, sonra şeytanla
özdeşleştirilip soykırımına uğrayan, sonra da tekrar evin baş köşesine
yerleştirilen hiçbir canlı türü yoktur.
Bir insanın önünden siyah renkli bir kedi geçmesinin uğursuzluk getireceğine
ilişkin inancın kaynağının milattan önce 3000’li yıllara, eski Mısırlılara
dayandığı biliniyor. O devirde kediler kutsal bir canlı olarak görülüyordu. Hatta
siyah dişi kedilerin tanrıça olarak kabul edildikleri kazı çalışmaları sonucu çıkan
duvar kabartmalarından anlaşılmaktadır.

O devirde Mısır’da kedileri hastalık ve ölümden korumak için kanunlar bile
yapılmıştı. Evin kedisinin ölmesi aile için bir felaketti. Aile fakir veya zengin
olsun fark etmez, kedi mumyalanır, çok güzel kumaşlara sarılır, hatta mezarında
yanına kıymetli taş ve madenler bırakılırdı.
Kedilerin Mısırlıları bu kadar etkilemesinin sebebinin çok yüksek yerden
düştükleri zaman bile yara almadan kurtulmaları olduğu sanılıyor. Kedinin
dokuz canlı olduğu inancı o zamanlarda gelişmiştir.
Medeniyetler geliştikçe insanlarda kedi sevgisi de arttı, Hindistan’da, Çin’de
kediler insana en yakın hayvan oldular. O devirlerde, bugünkü inanışın aksine
kedinin birisinin önünden geçmesi o kişi için şans demekti.

Kedilerden, özellikle siyah kedilerden nefret, Hıristiyanlığın kendinden önceki
kültürleri ve onların sembol kabul ettiği şeyleri yok etme güdüsü ile ortaçağda,
İngiltere’de başladı. Bağımsız, bildiğini yapan, “inatçı” ve “sinsi” karakteri,
sayılarının da şehirlerde aşırı artması ile birleşince, kediler gözden düştü.
O yıllarda evinde kedi besleyenler yalnız yaşayan fakir ve yaşlı kadınlardı. Yine
o yıllar büyücü ve cadı inancının tüm Avrupa’da histeriye dönüştüğü yıllardı.
Siyah kedi besleyen bu kadınların kara büyü yaptıklarına dair kampanyalar
başlatıldı. Siyah kedilerin geceleri şeytana dönüştükleri konusunda korku dolu
halk hikayeleri üretildi.

Cadı konusu bir paranoyaya dönüşünce birçok zavallı kadın kedisi ile birlikte
yakıldı. Fransa’da kral 13. Louis bu uygulamayı yasaklayana kadar her ay
binlerce kedi yakıldı. Sonra da kedilerin popülaritesi tekrar yükselerek arttı.
Boşuna dememişler kediler dokuz canlıdır diye.

 

 Merdivenin altından geçmek neden uğursuzluk sayılır?

Duvara dayanmış bir merdiven görürseniz altından geçmeyin, etrafından
dolanın. Çünkü o merdivenin tepesinde ya bir tamirci, ya bir boyacı ya da
camları silen biri olabilir. Yani başınıza bir çekiç, su kovası, boya kutusu, hatta
bir adamın düşme olasılığı yüksektir. Merdiven altından geçmenin uğursuzluk
getireceği inancı gerçekten batıl inançlar içinde en azından bir işe yarayan tek
inançtır. Ancak inancın kökeninde pratikteki faydası ile ilgili olmayan farklı
şeyler yatmaktadır.
Duvara dayanan bir merdiven, duvar ile arasında bir üçgen oluşturur. Bu, bir
çok kültürde tanrıların kutsal üçgeni olarak bilinir. Örneğin piramitlerin
kenarlarının üçgen olması da bu inanca dayanır. Bir üçgenin içinden geçmek de,
bir kutsal yere meydan okumak anlamına gelebilir.
Eski Mısırlılar için zaten merdivenin kendisi iyi şansın sembolü idi. Merdiven
olmasaydı, Güneş Tanrısı Osiris’i karanlıkların ruhundaki hapis hayatından
kurtarmak mümkün olamayacaktı. Ayrıca merdiven tanrıların katına
tırmanmak için de şekilsel bir semboldü. Günümüzde açılan bu antik mezarlarda
ölünün cennete tırmanması için yanma konulmuş bulunan merdivenlere
rastlanmaktadır.

Asırlar sonra birçok batıl inançta olduğu gibi Hıristiyanlık bu inancı da Hz.
İsa’nın ölüm şekline adapte etti. Çarmıha dayalı merdiven kötülüğün, hıyanetin
ve ölümün sembolü oldu. İnsanlar, merdivenin altından geçmekle bütün bu kötü
geleceklerle karşılaşabileceklerine inandırıldılar.
17. yüzyılda İngiltere ve Fransa’da suçlular darağacına götürülmeden önce bir
merdivenin altından geçiriliyorlardı. Tabii yanında olanlar merdivenin
etrafından dolanıyordu.
Değişik kültürler bu uğursuzluğa karşı bazı panzehirler geliştirdiler. Mesela bir
merdivenin altından yanlışlıkla veya zorda kalarak geçen kişiler için Romalıların
panzehiri yumruktu. O kişiler orta yani en uzun parmaklarını gerip diğer
parmaklarını yumruk gibi yaparlar ve geçtikten sonra merdivene doğru
sallarlardı. Bizde, Türkiye’de böyle bir adet yoktur ama Amerikan filmlerinde
karşısındakine bu hareketi yaparak küfür veya hakaret edildiği sıkça görülür.
Bunun kökeni de işte bu Roma panzehiridir.


Like it? Share with your friends!

162
563 shares, 162 noktalar

Bu habere bir tepki vermek ister misin! Aşağıdan seç, tıkla

Şaşırdım Şaşırdım
1
Şaşırdım
Eğlenceli Eğlenceli
1
Eğlenceli
Beğenmedim Beğenmedim
0
Beğenmedim
Beğendim Beğendim
1
Beğendim
Komik Komik
0
Komik
Üzüldüm Üzüldüm
0
Üzüldüm

Yorum yaz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Caner Engin Faysal

Gazeteci, yazar, web master Haber ve Reklam işleri